Küçük İskender Sözleri
Çek bakışlarını gözlerimden, aşk bu şeytan doldurur.
Bırakın bu ayakları. Kaçınız, çırılçıplak bedenler karşısında yalnızca gözlere baktınız. Sorsalar, güya hepiniz âşıktınız.
Kalp bu ulan. Yok, öyle bir arkadaşa bakıp çıkmak.
Soğuk ve şekersiz çay gibisin, ne içimi ısıtıyorsun, ne ağzımda güzel tat bırakıyorsun, sadece uykumu kaçırıyorsun.
Bilirsin beceremem yaşamayı. Bir damla su olsam, gider rakıya damlarım.
Hatırlıyor musun bana armağan ettiğin ilk şarkıyı, ”ölünce sevemezsem seni” Ulan hayattayken bile sevmedin ki…
O kadar güzel unutmuştun ki beni, hatırlatmaya kıyamadım.
Telefon rehberimdeki herkesi senin adınla kaydettim. Bütün gün beni arıyorsun, taklitler yapıp sesini değiştiriyorsun. Biliyorum, sen de özledin.
Bırak şimdi yanaklarımı dudaklarımı gücün yeterse yüreğimden öp beni.
Özne olmayı bırakıp zamir oldum, edat oldum, yüklem oldum. Ama senin gibi, aşk ile ihanet arasına bağlaç olmadım asla.
Sigarayı bile kıskanırdım; kalbine giden yollara uğradığı için…
Öyle bir yerin düşünü gördüm ki; insanlar, sabah uyandıklarında hâlâ hayatta olduklarını fark edip, günaydın demeden önce birbirlerini öpüyorlardı.
Duydum ki böbreğinde taş varmış sevgili. Kesin kalbinden düşmüştür.
Okeyde beklenen son taş gibisin. Biliyorum beklemekle gelmezsin. Zaten gelme çünkü sen gelirsen ben biterim.
Attığın tüm zarlar kaybettirdi bana. Hani sen benim düş-eşimdin.
Sigarayı bıraksam diyorum, tamamen sana başlasam Sen daha çabuk bitirirsin işimi, böyle çok yavaş ölüyorum.
Ben seni çoktan affettim, sen sen sevdanı helal et.
Offff dedi. Ne oldu? Dedim hiiiiiç, dedi. Her şeyi bırak gel benimle, dedim. Olur mu? Dedi. Topu topu bir tabak fazla koyarız soframıza, dedim. Olmaz, dedi. Neden? Dedim. Aynı tabaktan yeriz, dedi. Bir daha sevdim.
Beni unut diyorsun ya; bu bana imkânsız geliyor. Çünkü seni unutmam için, hatırlamam gerekiyor.
Erkek olmak doğuştan gelen bir alın yazısı olsa da, adam olmak her erkeğe nasip olmuyor.
Kaldır başını aşk belden yukarıda sevgili.
Bana benden iyisini bulamazsın diyen sevgilim ne gemiler yaktım ben, kıçı kırık bir sandalın lafı mı olur.
Senin için ölürüm” dedi. ”Benim için zaten öldün” dedim. Cesedini alıp çıktı.
Şimdi sen gittin ya, şairin dediği gibi herkesi sana benzetiyorum. Bu da mı o şerefsiz acaba diyorum.
İlla 3. Şahıslar girecekse aramıza. Minik parmakları olan bir kızımız olsun.
Kim demiş ki, en büyük aşklar nefretle başlar diye, benim en büyük nefretim bir aşkla başladı.
Sana kemik değil; aşk verdim. Şimdi itlik yapmanın âlemi yok gitme diyorsam gitme.
Gelin arabasının önünü kesen çocuklara verilen zarf gibi, bomboş çıkıyorum sana her ne kadar plakasında mutluyuz yazsa da.
Aşk, bozuk bir pusuladır; seni yanlış bedenlere götürür.
Sanma ki adını ağzıma alıyorum diye seni seviyorum. Dudak tiryakiliği benimkisi seni içime çekmiyorum.
Bir bayanın gözyaşının akmasına sadece soğan değil, bir ‘hıyar’ da neden olabilir.
Bugün kitap izledim, film okudum, müzik yedim, yemek dinledim. Aklım sendeydi, hiçbir şeyi doğru yapamadım, şaşkınım.
Hadi simit satanı anladım, kestane satanı da. Peki ya dost satan, o da mı ekmek parası?
Dönerse senindir dönmezse zaten hiç senin olmamıştır diye bir şey yok dönecek. Bir katil olay mahalline mutlaka geri döner.
Adındaki harf kadardır alfabem…
Annem sürekli “hiçbir şey yemiyorsun, kurudun kaldın” deyip duruyor; ben ne kazıklar yiyorum kimse bilmiyor.
Bana yol vermeyi düşünmeden önce sana verdiğim yolda yürümeyi öğren…
Geri gelmemelisin. Ya olduğun yerde kalmalısın ya da gittiğin yerde. Sen bu hayatta gördüğüm en hoş’çakal’sın neticede.
Bana geleceğin günün adını tıp çok önceden koymuş meğer; ‘kıl dönmesi’
Sağlaması yapılmış bir çarpım gibiyiz sevişmelerden sonra; ikimizden biri sıfır olsa, diğeri ise istediği büyüklükte bir sayı; fark etmeyecek sonuç sıfır
Kahvenden bir yudum bile almamışsın; korktun mu beni kırk yıl sevmekten.
Git gidebildiğin yere kadar bu liman da kaybettiğim ilk gemi sen değilsin. Ama şunu unutma. Rıhtımda kalanı değil, çekip gideni vurur fırtına.
Bir erkeğin en lezzetli yeri ‘ başının eti ‘ sanırım. Bu kadar kadın yanılıyor olamaz zira.
Seninle ben bir çaydanlık gibiyiz. Ben üst kısmıyım sen alt kısmı. Hani büyüksün ya. Aramızdaki fark ise şu; ben sensiz de demlenirim, ama sen bensiz ancak su kaynatırsın.
Değil Erosun oku. Zeus’un şimşeği girse g*tüne sen aşktan anlamazsın.
Yaptığım şakanın ardından gözlerimin içine bakıp, “aşk olsun” dediğinde “keşke.” diyebilmek için can atıyordum.
Kirpiklerini kıskanasım geliyor meselâ; gözlerine benden daha yakın diye.
Sen bir defa olsun “seni seviyorum” yalanını at; melekler günahını bana yazsın, olur mu?
Ağlıyor musun?’ diye soruyor giderken utanmadan. Yok, yanlış yerden işiyorum aptal.
Her rengin bir kişiliği vardır. Her kişiliğin de bir rengi. Ben senin rengini buldum. Kahperengi.
Meyve vermeyen tek ağaç darağacıdır.
Sıkı sıkı tembihlerler. Unut onu, aklına bile getirme, çıkar kafandan, hafızandan sil. Sanki seven beynimizmiş gibi.
Bir insanı kaybetmek istiyorsanız çok sevin, kendiliğinden gider zaten.
Evde kedi, köpek beslemekle hayvan sever olunmaz. Hayvan sever dediğin benim gibi koynunda yılan besleyecek…
Tahterevalliden ilk kim kalkarsa yırtar, öbürünün kıçı yere vurur.
Yüreği olmayanın kalbimi kırmasına müsaade etmem. Beni bir saniyede unutanı, ben iki saniye ile şereflendirmem.
Ağzı tabanca. Dudakları namlu, sözleri gece mermisi.
Herkese ”seni sevmediğimi” söylüyorum. Afrikalı bir annenin oğluna ”ben tokum sen ye ” demesi kadar basit bir yalan bu.
Kalbim kırık. Dikkat et elini kesmesin.
Gittiğinde. Boş ver dünyanın sonu değil ya. Diyen dostlarıma. Benim dünyamın senden ibaret olduğunu nasıl anlatabilirdim ki.
Erkeklerin doğuştan bildiği ana dil. İlgisizce.
Bir plak olsam. Zeki Müren çalsam, bozulsam. Aynı yerde takılsam, hep tekrarlasam. Elbet bir gün buluşacağız.
Belki de en sevdiğim sakarlığın, gözlerime takılıp yüreğime düşmendi.
Siz bir kelebeğe tutunuyorsunuz telaşla, onu incitmeden, kelebek telaşla geldiği tırtıla tutunuyor insan bu, azat etmek de gerek korkmayın, unutuluyor.
Dünyanın en uzun gecesi 21 Aralık değil, beni terk ettiğin gecedir.
Kadınlar mı zeki yoksa erkekler mi diye merak edenler. Havva bir elmayla kandırmış Adem’i.
Ne komünizm, ne kapitalizm, ne ateizm, ne sosyalizm kısmetsizim…
Gözümü bağlayıp atsalar sırtımdan itip; yine senin yanına düşerim, yer çekimi değil, yar çekimi.
O kadar düşledim ki seni sevgili, yitirdin gerçekliğini.
Gidiyormuş, ağırlaşır yağmurun iade etmediği karanlık bırak gitsin. Hiçbir caddeye çıkmayacak o sokak artık.
Sevgilim, sevdanın sevdaya ettiğini etmez et, kemiğe.
Benim gibisini bulamaz demişsin haklısın senin gibi şerefsizi mumla arasam bulamam.
Senin yaşın aşka tutmuyor sevgilim, lütfen gelme.
Toprak olsam üstüme basmayacaksın, hava olsam içine çekmeyeceksin. Öyle düşmansın.
Affedilen vazgeçilendir o, affedildi çünkü ondan vazgeçildi.
Bir kadın aşka inanmıyorum derken, aslında tek bir şey söylemek istiyordur; hadi beni aşka inandır.
Yolun açık olmasın sevgili. Nasıl olsa önün açık her türlü bulursun sen yolunu.
Şimdi aynı bardaktan su içemiyoruz. Ben bunu biliyorum, su biliyor, bardak biliyor; bir sen bilmiyorsun.
Şimdilerde elimde bir bıçak “sevdiğin kadar sevilirsin” diyen yalancı şairi arıyorum…
Annem, neyin var? Diyerek böldü sessizliğimi. Ben de gittiğini ve kaybettiğimi söyledim. O da saçlarımı okşayıp; üzülme evladım. Cana geleceğine mal’a gelsin. Dedi.
Tatlı dil yılanı deliğinden çıkarır öküzü değil. Neden dönmediğini şimdi anladım.
Ayır bizi hâkim bey. Zaten görücü usulü evlendik. Ne ona sordular bunu alır mısın diye? Ne de bana sordular, Dünya’ya gelir misin diye.
Ah o tipine kurban olduğum bir de tipine yakışır bir yürek taşısaydın…
Bazı kadınların şövalye sandıkları adamların, aslında alüminyum folyo ile kaplanmış denyo olduklarını görmeleri baya zaman alıyor.
Her aşkta dönme dolaptayım ve kesiliyor elektrik ben en tepedeyken.
Aşkı hep ‘iki kişilik’ diye öğrettiler bize. Peki ya kişilik bozukluğu sonucu mu dahil edildi 3. Kişi, aşk bildiğimiz şeye?
Beni bir öküz sanma sakın sevgili, çünkü sen, o kadar hülyalı bir tren değilsin…
Ben zilzurna sarhoş olsam da yaşadıklarımdan çıkarken hesabı ödeyecek kadar ayığım.
Yarı yolda bırakmışım. Nankör olma yarı yola kadar getiren benim.
Kusura bakma dünya, biz seninle anlaşamıyoruz. Ya ben sana fazla geliyorum, ya da sen benim hayallerime dar geliyorsun.
Sonsuzluk istedim Allah’tan. Sanırım “s” yi biraz sessiz söyledim. Şimdi onsuzum.
Beklemekte olduğun şey, ancak onu beklemeyi unuttuğunda gerçekleşir. Bu, evrenin ‘sen bakarken soyunamıyorum’ deme şeklidir.
Aşkı dövmek lazım kalbe terbiyesizlik ettiğinde.
Telaffuzu zor bir kelime gibi unutacağım seni. Çünkü telafisi yok insanın. Ve insan bir insanla yenileyemez kendini.
Giderken sana ‘hoşçakal’ demek istedim ihanetin aklıma geldi ‘hoşt/çakal’ diyebildim.
En basit yalanları gözüme bakarak söyleyen ahmaklar tanıdım. Bense onların cahil cesaretlerine ve kuş beyinlerine hayrandım.
Seviyorum affet dedi ya, o an insanın sadece ağzıyla gülmediğini anladım
Suçumu cezama ikiz sayarken hakim, bari beklenmeyen şahit ol sevdama. İdamıma elin boş gelme. Kendinle gel.
Tabiatın güzelliğine bak. Dedim. Ağaçlardan hiçbir şey göremiyorum dedi.
Bir silahın şarjöründe tanışan iki soğuk mermi gibi, aynı bedene sıkılan iki el kurşun gibi, katille kurban arasında o birkaç saniyelik telaşla sevmiştim seni.
Sevgilim ‘beni aldatıyor musun dedi’, hayır onu aldatıyorum dedim afalladı.
Senden evet cevabı alana kadar kendini yırtan sonra havalara giren canlıya “erkek’ denir.
Hiç görüp, dokunup, öpmediğin birine aşık oldun mu? Olsan bilirdin aşkın ne olduğunu.
Anlamadım. Ben mi iyileşmemiş yarayım, herkes mi keskin bıçak? Sormadım. Sadece kanadım.
Buz tutmuş bir ruhum ben. Erirsem geri dönemem.
Uyurken seni izlemek vardı şimdi. Kokunda sarhoş olmak. Seni uyandırmak için can atmak ama kıyamamak.
Kötü yola düşmüş gecelerden geliyorum. Kusura bakma gözlerim biraz kirli.
Karpuz seçerken gösterdiğimiz özenin yarısını sevgili seçerken de gösterseydik, bu kadar kelek aşklar yaşamazdık.
Normalde 2 gün zar zor giden telefonun şarjı, artık 5 gün gidiyorsa yalnızsındır.
Bu aşkın gelirinin yarısını sağır sultana bağışladım, duymazlıktan gelip seni, gitsin kulağını açtırsın, diğer yarısını sana bıraktım, kendine protez aşıklar alırsın.
Bu gece alkolle sabahla; ona de ki; ben kanıma kırmızı rengi veren kişiyi kaybettim.
Biz ayrı dünyaların insanlarıyız dedi. Aman Allah’ım. Üzüntüden kahrolacağım. Ben iki dünya olduğunu sanan bir malı mı sevmişim.
Ben bir silahım. Ama hiçbir silah yaralamaz insanı, bir başka insan olmadan.
Benimle oynadın, bir tur yükseldin; aferin. Şimdi git onunla oyna. Ama yanarsan yine benden başlama.
Sevmek ifade edebilmek kadar ifadeyi unutmamaktır da.
Eros, yaşlandın mı? Ok’un gideceği yeri göremiyorsun. Ya bir imkânsıza, ya da bir hayırsıza denk getiriyorsun.
Her şeyi geriye saymaktan yorgunum, kaç intiharım varsa o kadar sevgilim var.
Eğer benim olsaydı sana zaman hediye ederdim. Elimde değil. Ancak şimdi sana koca bir boşluk getiriyorum kucağımda. İçinde saf sözcükler ve dağılmış bir ben olan. Zamanlı zamansız. Tamamen senin. İstediğin gibi doldur. Sevdiğin kadar anla, anladığın kadar sahip ol.
Seni Babil’in asma bahçelerinde astım bak bakalım dünyanın kaçıncı harikasısın.
Artık aramızdaki uzaklıktan şık bir matem giysisi diktirebilirsin kendine. Bir tek hücreni bile istemiyorum. Televizyonumun çekmediği bir kanal gibisin çünkü. Sen git, bambaşka hayatların yatak odalarında sıradan insanların tenlerini süsle.
Hiçbir lokantada tek başınıza oturabileceğiniz şekilde dizayn edilmiş masa bulamazsınız, toplum sizi yalnızlıktan kurtarmak için gerekirse ruh sağlığınızla oynar…
Aşk, ağır iştir; emekli olamazsın, sigortası yoktur, ikramiye alamazsın, yıllık tatil izni verilmez, greve kalkıştın mı yersin sopayı, her dakika lokavt tehlikesiyle burun burunasındır, kaza riski yüksektir, amatörce uğraşılır. Aşk, ağır iştir. Yol boyunca bunları şoföre dayatamazsın. O, uykuya yenilmek üzeredir, sen ise rüyaya.